Kasvetli bir sonbahar akşamıydı. Rüzgar, yaprakları hışırdatarak, sanki bir sırrı fısıldarcasına esiyordu. Yağmur damlaları, camları döverek, içimde tuhaf bir huzursuzluk yaratıyordu. Oturduğum eski koltuk, yılların yorgunluğunu taşıyor, her gıcırtısı geçmişin bir yankısı gibiydi. Elimdeki kahve fincanı, içindeki sıcaklıkla beni bir nebze olsun ısıtmaya çalışıyordu, ama nafile… İçimdeki soğukluk, dışarıdaki havadan daha da derindi.
Adım Elif. Yirmi sekiz yaşındayım ve hayatım, son birkaç aydır bir bilinmezliğin içinde sürükleniyor. Her şey, dedem Ali Bey’in vefatıyla başladı. Dedem, hayatımda önemli bir yere sahipti. Çocukluğumdan beri bana masallar anlatır, beni sever, beni korurdu. Onunla geçirdiğim her an, benim için bir hazineydi. Vefatıyla birlikte, sanki hayatımın bir parçası kopmuş gibi hissettim.
Dedemin vefatının ardından, avukatımız beni aradı ve dedemden bana bir miras kaldığını söyledi. Bu miras, dedemin eski bir konağıydı. Konak, şehir merkezine uzak, ormanlık bir alanda bulunuyordu. Açıkçası, konakla pek ilgilenmiyordum. Zaten şehirde bir işim vardı ve bu işimi bırakıp, bir konağa taşınmak gibi bir niyetim yoktu. Ancak avukat, dedemin bir vasiyeti olduğunu ve konağın satılmaması gerektiğini söyledi. Dedemin vasiyetini öğrenmek için konağa gitmek zorunda kaldım.
Konağa vardığımda, adeta büyülendim. Yılların izlerini taşımasına rağmen, hala görkemliydi. Etrafı yüksek ağaçlarla çevriliydi ve bu ağaçlar, konağa gizemli bir hava katıyordu. Konağın kapısından içeri girdiğimde, eski ahşabın kokusu beni geçmişe götürdü. Mobilyalar antika, duvarlar eski resimlerle süslüydü. Sanki zaman durmuş gibiydi.
Konağı gezerken, dedemin çalışma odasına girdim. Oda, diğer odalara göre daha bakımlıydı. Çalışma masası, kitaplarla ve notlarla doluydu. Masanın üzerinde, eski bir ahşap kutu duruyordu. Kutu, kilitliydi. Anahtarı ararken, dedemin yazdığı bir mektup buldum. Mektup, bana yazılmıştı.
Mektubu açtım ve okumaya başladım. Dedemin el yazısı, titrek ama anlaşılırdı. Mektupta şunlar yazıyordu:
“Sevgili Elif’im,
Bu mektubu okuduğunda, ben artık bu dünyada olmayacağım. Biliyorum, ölümüm seni çok üzecek, ama hayat böyle. Her şeyin bir sonu var.
Sana miras olarak bıraktığım konak, sadece bir ev değil, aynı zamanda bir sırrı da saklıyor. Bu sır, ailemizin geçmişiyle ilgili. Uzun yıllardır bu sırrı sakladım, ama artık senin bilme vaktin geldi.
Çalışma odamdaki ahşap kutuyu bulacaksın. O kutu, bu sırrın anahtarını taşıyor. Kutuyu aç ve içindeki ipuçlarını takip et. Unutma, bu sırrı çözmek kolay olmayacak. Ama sana inanıyorum. Sen, güçlü ve zeki bir kadınsın. Bu sırrı çözebilecek tek kişi sensin.
Kendine iyi bak, Elif’im. Seni çok seviyorum.
Dedeciğin Ali”
Mektubu okuduktan sonra, şaşkınlıktan donup kaldım. Dedem, bana bir sır bırakmıştı. Bu sır, ailemizin geçmişiyle ilgiliydi. Ahşap kutu, bu sırrın anahtarını taşıyordu. Hemen kutuyu buldum ve açmaya çalıştım. Ama kutu, kilitliydi. Anahtarı bulmak için, dedemin çalışma odasını aramaya başladım.
Çalışma odasını didik didik aradım. Kitapların arasına baktım, çekmeceleri kontrol ettim, halının altına baktım. Ama anahtarı bulamadım. Umutsuzluğa kapılmaya başlamıştım ki, gözüm duvardaki eski bir resme takıldı. Resim, dedemin gençlik yıllarına aitti. Resimde, dedem ve birkaç arkadaşı, ormanda bir ağacın altında oturuyorlardı. Resmin arkasına baktığımda, küçük bir anahtar buldum. Anahtar, ahşap kutunun anahtarıydı.
Heyecanla kutuyu açtım. Kutunun içinde, eski bir deri defter, bir pusula ve bir anahtar daha vardı. Defterin ilk sayfasına, dedemin el yazısıyla şunlar yazılmıştı:
“Bu defter, ailemizin sırlarını saklıyor. Bu sırları, sadece ailemizden bir kişi bilebilir. Bu sırları, kötü niyetli kişilerin eline geçmemesi için, canın pahasına koru.”
Defteri okumaya devam ettim. Defterde, ailemin geçmişiyle ilgili birçok bilgi vardı. Ailemin, yüzlerce yıl önce yaşamış bir şifacı ailesi olduğu yazıyordu. Bu şifacılar, doğanın gücünü kullanarak insanları iyileştiriyorlardı. Ama bir gün, kötü kalpli bir büyücü, bu şifacıların sırlarını öğrenmek istedi. Şifacılar, sırlarını korumak için, ormanın derinliklerine kaçtılar ve sırlarını, nesilden nesile aktardılar.
Defterde, pusulanın ve anahtarın da bir anlamı olduğu yazıyordu. Pusula, şifacıların saklandığı yeri gösteriyordu. Anahtar ise, o yerdeki gizli bir kapıyı açıyordu. Bu kapının ardında, şifacıların sırları saklıydı.
Artık ne yapmam gerektiğini biliyordum. Dedemin bana bıraktığı Sır 1. bölüm çözmek için, pusulayı takip etmeli ve gizli kapıyı açmalıydım. Bu yolculuk, beni bilinmezliğe götürecekti. Ama dedemin vasiyetini yerine getirmek zorundaydım.
Ertesi sabah, erkenden uyandım. Yanıma bir sırt çantası hazırladım. İçine, defteri, pusulayı, anahtarı, biraz yiyecek ve su koydum. Konağın kapısından dışarı çıktım ve ormana doğru yürümeye başladım.
Orman, sessiz ve ürkütücüydü. Ağaçlar, gökyüzünü kapatmıştı. Güneş ışığı, neredeyse hiç yere düşmüyordu. Pusulayı takip ederek, ormanın derinliklerine doğru ilerledim. Uzun bir süre yürüdükten sonra, pusulanın gösterdiği yere geldim. Burası, büyük bir kayanın önüydü. Kayanın üzerinde, gizli bir kapı vardı. Kapının üzerinde, eski bir kilit duruyordu.
Cebimden anahtarı çıkardım ve kilidi açtım. Kapı, gıcırdadı ve açıldı. Kapının ardında, karanlık bir tünel vardı. Tünelin sonu görünmüyordu. İçeri girmekten korkuyordum. Ama dedemin vasiyetini yerine getirmek zorundaydım. Derin bir nefes aldım ve tünele girdim.
Tünel, dar ve karanlıktı. Duvarlar, nemli ve kaygandı. İlerledikçe, tünel daha da daralıyordu. Birkaç kez tökezledim ve düştüm. Ama pes etmedim. Tünelin sonuna kadar yürümeye devam ettim.
Sonunda, tünelin sonuna geldim. Tünelin sonunda, küçük bir oda vardı. Oda, loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Odanın ortasında, eski bir sandık duruyordu. Sandığın üzerinde, dedemin el yazısıyla şunlar yazılmıştı:
“Sır burada saklı.”
Sandığa doğru yürüdüm. Sandığın kapağını açtım. Sandığın içinde, eski bir kitap vardı. Kitabın sayfaları sararmış ve yıpranmıştı. Kitabı elime aldım ve okumaya başladım.
Kitap, ailemin sırlarını anlatıyordu. Bu sır, sadece şifacıların bildiği, doğanın gücünü kontrol etme yeteneğiydi. Bu yetenek, nesilden nesile aktarılıyordu. Ama bu yeteneği kullanmak, büyük bir sorumluluk gerektiriyordu. Bu yeteneği kötüye kullananlar, büyük bir bedel ödüyordu.
Kitabı okuduktan sonra, ailemin sırrını öğrenmiştim. Artık, bu sırrı korumak ve gelecek nesillere aktarmak benim sorumluluğumdaydı. Bu sır, beni değiştirmişti. Artık, eski Elif değildim. Artık, ailemin sırrının koruyucusuydum.
Ormandan konağa geri döndüm. Konağın kapısından içeri girdim ve çalışma odasına gittim. Çalışma masasına oturdum ve defteri açtım. Deftere, öğrendiğim her şeyi yazdım. Ailemin sırrını, gelecek nesillere aktarmak için, bu defteri saklayacaktım.
Artık, hayatımın bir amacı vardı. Ailemin sırrını korumak ve gelecek nesillere aktarmak. Bu sır, benim hayatımı değiştirecekti. Bu sır, benim kaderimdi.
Ama bu sır, aynı zamanda bir tehlike de içeriyordu. Çünkü bu sırrı öğrenmek isteyen kötü insanlar vardı. Bu insanlardan korunmak zorundaydım. Ailemin sırrını, canım pahasına koruyacaktım.
Hikayemiz burada başlıyor. Bu, sadece bir başlangıç. Sırrın peşinde, daha birçok macera yaşayacağım. Daha birçok tehlikeyle karşılaşacağım. Ama pes etmeyeceğim. Ailemin sırrını koruyacağım.
Peki, bu sırrı koruyabilecek miyim? Kötü insanların eline geçmesini engelleyebilecek miyim? Yoksa, ailemin sırrı, sonsuza dek kaybolacak mı?
Cevaplar, Sır’ın sonraki bölümlerinde…