Uyanış 1. Bölüm

Uyanış 1. Bölüm

Gözlerimi açtığımda, ilk hissettiğim şey yoğun bir baş ağrısıydı. Sanki kafamın içinde bir orkestra son ses provasını yapıyordu. Etrafıma baktım. Karanlık, nemli ve soğuk bir ortamdaydım. Nerede olduğumu, buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Hafızam, sisli bir sabaha benzeyen bulanık bir perdenin arkasına gizlenmişti.

Yavaşça doğrulmaya çalıştım. Vücudum tutulmuş, kaslarım kaskatıydı. Sanki uzun bir süredir hareketsiz kalmıştım. Kalkmayı başardığımda, dengemi sağlamakta zorlandım. Duvarlara tutunarak ilerlemeye başladım. Duvarlar taşındı ve üzerleri yosunlarla kaplıydı. Burası bir zindandı, terk edilmiş bir mahzen ya da belki de daha kötüsü.

İlerledikçe, karanlığın içinde siluetler seçmeye başladım. Sanki burası bir zamanlar bir yaşam alanı olmuş gibiydi. Yerde kırık dökük eşyalar, paslı zincirler ve kemikler vardı. Kemikler… Bu beni ürküttü. Burası ne tür bir yerdi?

Birden bir ses duydum. Fısıltı gibiydi ama yakından geliyordu. “Uyan… Uyan artık…” Ses, içimde bir yankı uyandırdı. Sanki bu sesi daha önce de duymuştum. Ama nerede?

Sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Bir köşede, loş bir ışık huzmesi göründü. Işık huzmesi, eski bir ahşap kapıdan sızıyordu. Kapıya yaklaştım ve yavaşça ittim. Kapı gıcırdadı ve açıldı.

Açılan kapının ardında, daha da karanlık bir koridor uzanıyordu. Koridorun sonunda, daha güçlü bir ışık kaynağı görünüyordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Buradan çıkışım olabilir miydi?

Koridorda ilerlemeye başladım. Her adımda, içimdeki korku biraz daha arttı. Sanki görünmeyen bir şey beni izliyordu. Sanki buranın duvarları, geçmişte yaşanan acıları ve dehşetleri fısıldıyordu.

Koridorun sonuna geldiğimde, bir odaya girdim. Oda, diğer yerlere göre daha aydınlıktı. Ortada büyük bir ateş yanıyordu ve ateşin etrafında, garip kıyafetler giymiş insanlar oturuyordu. Yüzleri gölgelerde kalmış, hareketleri yavaştı. Sanki transa girmiş gibiydiler.

Odaya girdiğimi fark etmediler bile. Bir süre onları izledim. Ne yaptıklarını, kim olduklarını anlamaya çalıştım. Sonra, içlerinden biri başını kaldırdı ve bana baktı. Gözleri, kömür gibi siyahtı ve içlerinde hiçbir ışık yoktu.

“Sen…” dedi adam. Sesi, kuru bir yaprak hışırtısına benziyordu. “Sen de mi uyandın?”

Ne demek istediğini anlamadım. “Uyanmak mı?” diye sordum. “Neredeyim ben? Burası neresi?”

Adam gülümsedi. Ama bu gülümseme, içimi ürpertti. “Burası, senin yeni evinin başlangıcı,” dedi. “Artık bizdensin. Artık uyanmış durumdasın.”

O anda, içimde bir şeylerin değiştiğini hissettim. Sanki bir perde kalktı ve zihnimde yeni düşünceler belirmeye başladı. Sanki daha önce hiç bilmediğim bir şeyi hatırlıyordum. Ama ne olduğunu tam olarak çıkaramıyordum.

Adam, bana doğru yaklaştı. Elini uzattı ve elimi tuttu. Elinin dokunuşu, buz gibiydi. “Artık,” dedi adam, “gerçeği öğrenmeye hazırsın.”

Adamın gözlerinin içine baktım. Gözlerinde, karanlık bir boşluk vardı. Ama aynı zamanda, bir şeyler de parlıyordu. Bir bilgi, bir sır… Ve o anda, her şeyi anlamaya başladım.

Uyanmıştım. Ama bu, normal bir uyanış değildi. Bu, bambaşka bir gerçekliğe uyanıştı. Ve bu gerçeklik, sandığımdan çok daha karanlık ve tehlikeliydi.

Başım dönmeye başladı. Gözlerim karardı. Bayılmak üzereydim. Adam, beni tuttu ve yere düşmemi engelledi. “Merak etme,” dedi adam. “Alışacaksın. Hepimiz alıştık.”

Son hatırladığım şey, adamın soğuk bakışları ve fısıltısıydı: “Hoş geldin… Uyanışına…”

***

Günler geçti mi, haftalar mı, aylarca mı, bilmiyorum. Zaman kavramını yitirmiştim. O zindanda, o garip insanların arasında, yeni hayatıma alışmaya çalışıyordum.

Öğrendiğim ilk şey, bu insanların bir tarikat olduğu ve benim de zorla bu tarikata dahil edildiğimdi. Tarikatın amacı, dünyayı karanlığa sürüklemek ve eski tanrıları yeniden uyandırmaktı.

Başlangıçta, bu fikre şiddetle karşı çıktım. Ama zamanla, tarikatın öğretileri beni etkilemeye başladı. Zihnimde, bir şeyler değişiyordu. Sanki karanlık bir güç, içime sızıyordu.

Tarikatın lideri, yaşlı ve bilge bir adamdı. Adı, Azazel’di. Azazel, bana özel bir ilgi gösteriyordu. Beni, tarikatın en gizli sırlarını öğrenmeye teşvik ediyordu.

Azazel, bana eski kitaplar okuttu, gizli ritüeller öğretti ve karanlık güçleri nasıl kullanacağımı gösterdi. Zamanla, ben de tarikatın bir parçası haline geldim. Artık, eski hayatımı hatırlamıyordum bile.

Bir gün, Azazel beni yanına çağırdı. “Artık,” dedi Azazel, “hazırsın. Seni, son sınavına sokacağım.”

Son sınav neydi? Azazel bana ne yaptıracaktı? İçimde, belirsiz bir korku hissettim. Ama aynı zamanda, bir heyecan da vardı. Sanki kaderim beni bekliyordu.

Azazel, beni gizli bir odaya götürdü. Oda, karanlık ve soğuktu. Ortada, büyük bir taş sunak vardı. Sunağın üzerinde, eski bir bıçak duruyordu.

“Bu bıçak,” dedi Azazel, “fedakarlık bıçağıdır. Bu bıçakla, eski tanrılara bir kurban sunacaksın.”

Kurban mı? Ne tür bir kurban? İçimde, bir şüphe belirdi. Acaba doğru yolda mıydım? Acaba ben, bir canavar mı oluyordum?

Azazel, bana baktı ve gülümsedi. “Korkma,” dedi Azazel. “Bu, sadece bir sınav. Eğer bu sınavı geçersen, tarikatın en güçlü üyesi olacaksın.”

Azazel, bana bıçağı uzattı. Bıçağı aldım. Bıçak, elimde ağır ve soğuktu. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Artık karar verme zamanıydı. Ya tarikatın yolunu seçecektim, ya da kendi yolumu…

Devam edecek…

Yorum yapın