Araf 1. Bölüm
Zamanın ve mekanın ötesinde bir boşluk. Ne karanlık ne de aydınlık. Sadece gri bir sisin hüküm sürdüğü, sonsuz bir bekleyişin yankılandığı bir yer. Burası Araf. Ve ben, buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum.
Adım Aras. En azından, buraya gelmeden önce öyleydi. Şimdi ise, bu ismin bir anlamı var mı, emin değilim. Bir zamanlar bir hayatım, sevdiklerim, hayallerim vardı. Belki de hepsi birer yanılsamadan ibaretti. Araf, tüm kesinlikleri silip süpüren, geriye sadece boş bir kabuk bırakan bir yer.
Gözlerimi açtığımda, etrafımda hiçbir şey yoktu. Sadece yoğun bir sis ve ayaklarımın altında hissettiğim soğuk, kaygan bir zemin. Panik içinde ayağa kalktım ve bağırmaya başladım. “Kimse var mı? Yardım edin!” Sesim, sisin içinde kaybolup gidiyor, yankısı bile duyulmuyordu. Yalnızdım. Tamamen yalnız.
Bir süre sonra, bağırmaktan yoruldum ve etrafıma bakınmaya başladım. Sis o kadar yoğundu ki, birkaç metre ötesini bile göremiyordum. Ama bir şeyler hissettim. Bir enerji. Bir varlık. Sanki biri beni izliyordu.
Yavaşça ilerlemeye başladım. Her adımda içimdeki korku daha da artıyordu. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Tek bildiğim, durmamam gerektiğiydi. Durmak, bu boşluğa teslim olmak demekti. Ve ben, henüz pes etmeye hazır değildim.
Uzun bir süre yürüdükten sonra, sisin hafiflediğini fark ettim. Önümde belirsiz bir siluet beliriyordu. Yaklaştıkça, bunun bir kapı olduğunu anladım. Paslı, eski bir kapı. Sanki yüzyıllardır kimse onu açmamıştı.
Kapıya doğru yürüdüm ve elimi uzattım. Dokunduğum anda, kapı gıcırdamaya başladı. Paslı menteşelerinden çıkan ses, Araf’ın sessizliğini bozuyordu. Kapı yavaşça açıldı ve önümde yeni bir boşluk belirdi.
Bu boşluk, ilkine göre daha farklıydı. Burada, sis yoktu. Ama karanlık vardı. Zifiri bir karanlık. Sanki tüm ışıklar emilmiş, geriye sadece boşluk kalmıştı.
Korkuyla geriledim. Bu kapı, beni nereye götürecekti? Bu karanlığın ardında ne vardı? Ama bir yandan da merak ediyordum. Belki de bu kapı, Araf’tan çıkış yoluydu. Belki de bu kapı, beni geçmişime götürecekti.
Derin bir nefes aldım ve kapıdan içeri adım attım. Karanlık, beni bir anda içine çekti. Gözlerim hiçbir şey görmüyordu. Ama kulaklarım, fısıltılar duyuyordu. Garip, anlaşılmaz fısıltılar. Sanki birileri benimle konuşuyordu.
“Aras… Aras…”
Fısıltılar, adımı söylüyordu. Kalbim hızla atmaya başladı. Kimdi bunlar? Benden ne istiyorlardı?
“Unuttun mu?” diye fısıldadı bir ses. “Her şeyi unuttun mu?”
Unuttuğum bir şeyler mi vardı? Geçmişimle ilgili hatırlayamadığım bir şeyler mi vardı? Araf, anılarımı mı silmişti?
“Hatırla…” diye fısıldadı başka bir ses. “Hatırla ve özgürleş…”
Özgürleşmek mi? Araf’tan kurtulmak mı? Anılarımı hatırlamak mı?
Zihnimde bir şeyler kıpırdamaya başladı. Belirsiz görüntüler, fragmanlar halinde belirmeye başladı. Bir yüz. Bir gülüş. Bir dokunuş. Ama hepsi çok bulanıktı. Net değildi.
“Kimsiniz siz?” diye bağırdım karanlığa. “Bana yardım edin!”
Fısıltılar kesildi. Karanlık yoğunlaştı. Sanki bir güç, beni geriye doğru çekiyordu.
Ve sonra, bir ışık belirdi. Küçük, zayıf bir ışık. Ama karanlığı delip geçiyordu. Işığa doğru uzandım. Ona tutunmak istedim. Beni kurtarmasını istedim.
Işık büyüdü. Parlaklaştı. Ve beni tamamen sardı. Gözlerimi kapattım. Bir patlama hissettim. Sanki tüm vücudum yanıyordu.
Gözlerimi tekrar açtığımda, karanlık gitmişti. Sis gitmişti. Araf gitmişti.
Ama nereye geldiğimi bilmiyordum. Etrafıma baktım. Ormanlık bir alandaydım. Ağaçlar, kuş sesleri, toprak kokusu. Gerçek bir dünyadaydım. Ama burası neresiydi?
Ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Ormanın içinde ilerledim. Bir yol bulmaya çalışıyordum. Bir işaret. Bir ipucu.
Ve sonra, bir şey gördüm. Bir ev. Uzakta, tepenin üzerinde küçük bir ev. Umutla eve doğru koşmaya başladım.
Eve yaklaştıkça, daha net görmeye başladım. Evin önünde bir bahçe vardı. Bahçede çiçekler vardı. Ve bahçede, bir kadın oturuyordu.
Kadın, bana doğru baktı. Gözleri, tanıdık geliyordu. Sanki onu bir yerden hatırlıyordum.
“Aras?” dedi kadın. Sesi, yumuşak ve şefkatliydi. “Sen misin?”
Durdum. Şaşkınlıkla kadına baktım. Kimdi bu kadın? Beni nereden tanıyordu?
“Sen…” dedim. “Sen kimsin?”
Kadın gülümsedi. Ve o anda, her şeyi hatırladım.
O, benim karımdı. Benim hayatımın aşkı. Benim her şeyim.
Ama nasıl olurdu? Ben Araf’taydım. Ölmüştüm. Değil mi?
Kadın ayağa kalktı ve bana doğru yürüdü. Elini uzattı ve yanağıma dokundu.
“Hoş geldin, Aras,” dedi. “Eve hoş geldin.”
Araf’tan nasıl kurtulduğumu hala bilmiyordum. Ama önemli değildi. Önemli olan, buradaydım. Onun yanındaydım. Ve bu, benim için yeterliydi.
Ama içimde bir şüphe vardı. Bir soru işareti. Bu gerçek miydi? Yoksa hala Araf’ta mıydım? Yoksa bu, sadece bir yanılsama mıydı?
Cevabı bilmiyordum. Ama öğrenmek zorundaydım.
Çünkü Araf’ın sırları, daha yeni başlamıştı.