Yolculuk 1. Bölüm
Gözlerimi açtığımda, tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir manzarayla karşılaştım. Güneşin ilk ışıkları, eski ahşap panjurların arasından süzülerek odama doluyordu. Bu oda… Büyükannemin köydeki eviydi. Buraya en son ne zaman geldiğimi hatırlamıyordum bile. Belki de on yıl olmuştur. Şehir hayatının koşturmacası, beni bu huzurlu köşeden uzaklaştırmıştı.
Doğrusu, buraya gelmek gibi bir niyetim de yoktu. İşten kovulduktan sonra, bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine, biraz kafa dinlemek için buraya gelmeye karar verdim. Şehirdeki dairemi kilitleyip, otobüse bindim ve uzun, yorucu bir yolculuktan sonra bu küçük köye ulaştım. Büyükannem çoktan ölmüştü, ama evi olduğu gibi duruyordu. Anahtarı komşusu Ayşe Teyze’den aldım ve içeri girdim.
Evin içi, zamanın durduğu bir müzeyi andırıyordu. Büyükannemin dantel örtüleri, işlemeli yastıkları, eski fotoğrafları… Her şey yerli yerindeydi. Sanki büyükannem az önce mutfağa gitmiş ve birazdan geri dönecekmiş gibiydi. Bu his, içimde garip bir hüzün uyandırdı.
İlk gün, sadece evi temizledim ve havalandırdım. Toz kokusu her yere sinmişti. Akşam yemeğini Ayşe Teyze getirdi. Onunla biraz sohbet ettik. Bana büyükannemden, köyden ve buradaki hayattan bahsetti. Ayşe Teyze’nin anlattıkları, beni geçmişe götürdü. Çocukluğumun yazları, bu köyde geçmişti. Ağaçlara tırmanır, derede yüzer, tarlalarda koşardık. O zamanlar hayat ne kadar da basitti.
Eski Sandığın Sırrı
Ertesi sabah, erkenden uyandım. Güneşin doğuşunu izlemek için bahçeye çıktım. Kuş sesleri, çiçek kokuları… Şehirde bunları çok özlemişim. Kahvaltımı yaptıktan sonra, evi daha detaylı incelemeye karar verdim. Büyükannemin eşyaları arasında dolaşırken, odanın köşesinde duran eski bir sandık dikkatimi çekti. Bu sandığı daha önce hiç görmemiştim.
Sandığın üzerinde karmaşık desenler vardı. Paslanmış bir kilidi vardı ama zorlayınca açıldı. İçini açtığımda, eski mektuplar, fotoğraflar ve bir de günlükle karşılaştım. Mektupların çoğu, büyükannemin gençlik yıllarına aitti. Farklı şehirlerden, farklı insanlardan gelmişlerdi. Fotoğraflarda, büyükannemi hiç tanımadığım bir haliyle gördüm. Genç, güzel ve hayat dolu bir kadındı.
En çok ilgimi çeken ise günlük oldu. Günlüğün kapağı yıpranmış, sayfaları sararmıştı. İlk sayfayı açtım ve okumaya başladım. Büyükannemin el yazısı, biraz titrek ama okunaklıydı. İlk satırlar, beni bambaşka bir dünyaya götürdü.
“15 Mayıs 1950. Bugün hayatımın en önemli kararını verdim. Sevdiğim adamla, bu köyden ayrılmaya karar verdik. Birlikte yeni bir hayata başlayacağız. Belki bu karar, ailemi üzecek ama ben mutluluğumu seçmek zorundayım.”
Günlüğü okudukça, büyükannemin hayatının hiç de düşündüğüm gibi olmadığını anladım. Onun da hayalleri, tutkuları ve aşkları varmış. Ama sonra ne olmuştu da bu köyde kalmış ve hiç evlenmemişti? Günlüğün ilerleyen sayfalarında, bu soruların cevabını bulacağımı umuyordum.
Kaybolan İzler
Günlüğün sayfaları ilerledikçe, büyükannemin aşk hikayesi daha da karmaşıklaşıyordu. Sevdiği adamın adı Ahmet’ti. Birlikte İstanbul’a gitmişler, yeni bir hayat kurmaya çalışmışlardı. Ama işler planladıkları gibi gitmemişti. Ahmet, bir fabrikada iş bulmuş, büyükannem ise ev işleriyle uğraşmıştı. Şehir hayatının zorlukları, onların aşkını yıpratmaya başlamıştı.
Günlükte, Ahmet’in değişmeye başladığından bahsediyordu. Daha sinirli, daha umursamaz olmuştu. Eve geç geliyor, büyükannemle eskisi gibi ilgilenmiyordu. Büyükannem, Ahmet’in başka bir kadınla ilişkisi olduğundan şüpheleniyordu. Ama bunu kanıtlayacak bir delil bulamıyordu.
Bir gün, Ahmet ortadan kaybolmuş. Büyükannem, onu her yerde aramış ama bulamamıştı. Polise başvurmuş, gazetelere ilan vermiş ama Ahmet’ten hiçbir iz yoktu. Büyükannem, Ahmet’in onu terk ettiğini düşünüyordu. Yıkılmış bir halde, köyüne geri dönmüş ve bir daha hiç evlenmemişti.
Günlüğün son sayfaları, büyükannemin yaşadığı acıyı ve yalnızlığı anlatıyordu. Hayallerinden vazgeçmiş, kendini köydeki hayata adamıştı. Ama içindeki yara, hiç kapanmamıştı. Günlüğün son satırları, yüreğimi burktu:
“Belki de aşk, sadece bir hayalden ibaretti. Belki de ben, gerçek aşkı hiç yaşayamadım. Ama yine de, Ahmet’i hep seveceğim.”
Günlüğü okuduktan sonra, saatlerce odamdan çıkamadım. Büyükannemin hayatının bu kadar acı dolu olduğunu bilmiyordum. Onun hakkında bu kadar az şey bilmem, beni utandırmıştı. Şimdi, onu daha iyi anlamaya başlıyordum.
Yeni Bir Başlangıç?
Günlüğü okuduktan sonra, içimde garip bir his uyandı. Büyükannemin hikayesini tamamlamak, Ahmet’i bulmak ve ona ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Belki de bu, benim için yeni bir başlangıç olabilirdi. İşten kovulmuştum, şehir hayatından bıkmıştım ve hayatıma yeni bir anlam katmak istiyordum. Büyükannemin hikayesi, bana bu fırsatı sunmuş gibiydi.
Ertesi gün, Ayşe Teyze’ye büyükannemin günlüğünden bahsettim. Ahmet’i tanıyıp tanımadığını sordum. Ayşe Teyze, biraz düşündükten sonra, Ahmet adında birini hatırladığını söyledi. Onun da büyükannemle birlikte köyden ayrıldığını duymuştu. Ama sonra ne olduğunu bilmiyordu.
Ayşe Teyze, bana Ahmet’in akrabalarından birinin hala köyde yaşadığını söyledi. Onunla konuşmamı tavsiye etti. Hemen o akrabayı bulmaya gittim. Yaşlı bir adamdı ve Ahmet’i çok iyi hatırlıyordu. Bana Ahmet’in İstanbul’da yaşadığını ve bir fabrikada çalıştığını söyledi. Ama sonra, bir gün ortadan kaybolmuş ve bir daha haber alınamamıştı.
Adam, Ahmet’in kaybolmasıyla ilgili bir dedikodu duyduğunu da söyledi. Söylentiye göre, Ahmet fabrikada bir kaza geçirmiş ve ölmüştü. Ama bu sadece bir söylentiydi ve kimse bunu kanıtlayamamıştı.
Bu bilgi, beni hayal kırıklığına uğrattı. Ahmet’in ölmüş olabileceği ihtimali, beni üzmüştü. Ama yine de, gerçeği öğrenmek için İstanbul’a gitmeye karar verdim. Belki de Ahmet hala yaşıyordu ve büyükannemin hikayesini tamamlayabilecektim.
Yolculuk başlamıştı….