Başlangıç 1. Bölüm

Başlangıç 1. Bölüm: Umut ve Toz

Güneş, Kızılkum Çölü’nün sonsuz kum tepelerinin ardında yavaşça yükselirken, Elara gözlerini araladı. Kum taneleri, kirpiklerine yapışmış, rüyalarını yarıda kesmişti. Rüyaları… çoğu zaman gerçek hayattan daha güzel, daha renkliydi. Gerçek hayat ise, acımasız bir çöl güneşi ve tükenmek bilmeyen bir susuzluk demekti.

Elara, on sekizinci baharını yeni geride bırakmıştı. Saçları, çölün kavurduğu toprak gibi kurumuş, gözleri ise, nadir görülen vahalardaki berrak sular gibi parlıyordu. O, Kayıp Şehir’in son umuduydu. En azından, yaşlı Bilge Kadın Ayla ona böyle diyordu.

Kayıp Şehir’in Son Umudu

Kayıp Şehir, bir zamanlar Kızılkum Çölü’nün incisiydi. Bereketli toprakları, coşkun nehirleri ve zengin madenleriyle, tüm diyarlara nam salmıştı. Ancak, yüz yıl önce, lanetli bir kum fırtınası şehri yuttu. Geride sadece kumdan bir tepe ve birkaç hayatta kalan kaldı. Elara, o hayatta kalanların torunuydu.

Ayla, Elara’ya Kayıp Şehir’in efsanelerini, kayıp suların sırrını ve atalarının kahramanlıklarını anlatmıştı. Elara, bu hikayelerle büyümüştü. İçinde, şehri yeniden canlandırma, atalarının mirasını yaşatma arzusu alevlenmişti.

Ancak, bu kolay olmayacaktı. Çöl, acımasız bir öğretmendi. Her gün, hayatta kalmak için mücadele etmek zorundaydılar. Su bulmak, yiyecek aramak, kum fırtınalarına karşı korunmak… Hepsi, ölümcül birer sınavdı.

Güne Yeni Bir Başlangıç

Elara, kalkıp etrafına baktı. Küçük kulübeleri, kumdan bir tepeye yaslanmış, çölün ortasında yalnız başına duruyordu. Diğer hayatta kalanlar, henüz uyanmamıştı. Sadece yaşlı Ayla, kulübenin önünde oturmuş, güneşin doğuşunu izliyordu. Yüzündeki çizgiler, çölün acımasızlığına ve Kayıp Şehir’in kaybına tanıklık ediyordu.

Elara, Ayla’nın yanına gitti. “Günaydın, Bilge Kadın,” dedi, sesi titrek bir fısıltı gibiydi.

Ayla, Elara’ya baktı. Gözleri, derin bir bilgelik ve sevgiyle doluydu. “Günaydın, Elara. Bugün, yeni bir başlangıç,” dedi, sesi her zamanki gibi sakin ve huzurluydu.

Elara, kaşlarını çattı. “Yeni bir başlangıç mı? Nasıl yani?” diye sordu.

Ayla, gülümsedi. “Dün gece, bir rüya gördüm. Rüyada, Kayıp Şehir’in kayıp sularını buldum. Sular, bir yeraltı mağarasında saklıydı. Mağaranın girişi ise, Üç Tepeler’in ardındaydı.”

Elara’nın kalbi hızla çarpmaya başladı. Üç Tepeler, Kayıp Şehir’e oldukça uzaktaydı. Oraya gitmek, günlerce süren bir yolculuk demekti. Ancak, Ayla’nın rüyası, ona umut vermişti. Kayıp suları bulmak, Kayıp Şehir’i yeniden canlandırmak anlamına geliyordu.

Üç Tepeler’e Yolculuk

“Üç Tepeler’e gideceğiz mi?” diye sordu Elara, heyecanla.

Ayla, başını salladı. “Evet, Elara. Ama bu yolculuk, çok tehlikeli olacak. Çölün tehlikeleriyle dolu olacak. Susuzluk, açlık, kum fırtınaları… Ve tabii ki, çöl haydutları.”

Elara, korkmadı. İçindeki umut, korkusunu bastırmıştı. “Hazırım, Bilge Kadın. Kayıp Şehir için her şeyi yaparım,” dedi, kararlılıkla.

Ayla, Elara’nın elini tuttu. “Biliyorum, Elara. Sen, atalarının cesaretini taşıyorsun. Ama unutma, akıl ve sabır da çok önemli. Acele etme, dikkatli ol ve her zaman içgüdülerine güven.”

Elara, başını salladı. “Anlıyorum, Bilge Kadın.”

Ayla, ayağa kalktı. “O zaman, hazırlıklara başlayalım. Yanımıza almamız gerekenler var. Su, yiyecek, giysi… Ve tabii ki, atalarımızın kılıcı.”

Ataların Kılıcı

Ataların kılıcı, Kayıp Şehir’in en değerli emanetlerinden biriydi. Efsaneye göre, kılıç, Kayıp Şehir’in kurucusu olan Kral Arion tarafından yapılmıştı. Kılıcın, sahibine güç ve cesaret verdiği söyleniyordu. Kılıç, yıllardır Ayla tarafından saklanıyordu. Şimdi, Elara’nın onu taşıma zamanı gelmişti.

Elara ve Ayla, kulübeye girdiler. Ayla, eski bir sandığı açtı. Sandığın içinde, paslı bir kılıç ve deri bir kılıf vardı. Ayla, kılıcı Elara’ya uzattı.

“Bu, atalarımızın kılıcı. Ona iyi bak, Elara. O, sana yol gösterecek ve seni koruyacak,” dedi Ayla.

Elara, kılıcı aldı. Kılıç, beklenenden daha ağırdı. Elara, kılıcı kılıfına yerleştirdi ve omzuna astı. Kılıç, ona güç ve güven vermişti.

Yolculuk Başlıyor

Hazırlıklar tamamlandığında, Elara ve Ayla, kulübeden çıktılar. Diğer hayatta kalanlar, onlara merakla bakıyordu. Ayla, onlara Üç Tepeler’e gideceklerini ve Kayıp Şehir’in kayıp sularını aramaya gideceklerini anlattı.

Hayatta kalanlar, onlara iyi dileklerde bulundu. Bazıları, onlara katılmak istedi. Ancak, Ayla, sadece Elara’nın gitmesinin daha güvenli olacağını söyledi.

Elara ve Ayla, birbirlerine sarıldılar. “Kendine iyi bak, Elara. Ve unutma, Kayıp Şehir seninle gurur duyuyor,” dedi Ayla.

Elara, Ayla’ya gülümsedi. “Ben de seni seviyorum, Bilge Kadın. Geri döneceğim,” dedi.

Elara, atına bindi. Atı, çölün zorlu koşullarına dayanıklı, güçlü bir hayvandı. Elara, dizginleri sıktı ve atını Üç Tepeler’e doğru sürdü.

Güneş, tepede yükseliyordu. Çöl, daha da kavurucu hale geliyordu. Elara, atının üzerinde, Üç Tepeler’e doğru yol alırken, içinde hem umut hem de endişe vardı. Bu, onun için sadece bir yolculuk değil, aynı zamanda bir başlangıçtı. Kayıp Şehir’in yeniden doğuşunun başlangıcı…

Çölün Sessizliği ve İlk Tehlike

Saatler geçti. Çölün sonsuzluğu, Elara’nın zihnini dolduruyordu. Etrafta hiçbir canlı belirtisi yoktu. Sadece kum, güneş ve sessizlik vardı. Bu sessizlik, bazen rahatlatıcı, bazen de ürkütücü olabiliyordu.

Elara, susuzluktan dudakları çatlamıştı. Yanındaki su matarası, neredeyse boşalmıştı. Daha dikkatli su kullanması gerekiyordu.

Aniden, uzakta bir hareketlilik fark etti. Kum tepelerinin ardında, bir grup insan silueti belirdi. Elara, atını durdurdu ve dikkatle siluetlere baktı. Onlar, çöl haydutlarıydı.

Çöl haydutları, Kızılkum Çölü’nün en acımasız ve tehlikeli insanlarıydı. Soygunculuk, adam kaçırma ve cinayet, onların geçim kaynağıydı. Elara, onlarla karşılaşmamayı umuyordu.

Haydutlar, Elara’yı fark ettiler ve atlarını ona doğru sürdüler. Elara, atının dizginlerini sıktı ve kılıcını çekti. Savaşmaya hazırdı.

Haydutlar, Elara’nın yanına geldiler. Onlar, yırtık pırtık giysiler giymiş, yüzleri kirli ve sakallı adamlardı. Gözlerinde, açgözlülük ve vahşet okunuyordu.

“Selam, güzel kız. Ne arıyorsun bu çölün ortasında?” diye sordu, haydutların lideri.

Elara, çekinmeden cevap verdi. “Üç Tepeler’e gidiyorum,” dedi.

Haydut lideri, kahkaha attı. “Üç Tepeler’e mi? Orada hiçbir şey yok. Sadece kum ve kaya. Neden oraya gidiyorsun?”

“Sizinle paylaşmak zorunda değilim,” dedi Elara, sert bir şekilde.

Haydut liderinin yüzü asıldı. “Demek öyle… O zaman, eşyalarını alalım ve seni yoluna bırakalım,” dedi.

Elara, kılıcını daha sıkı kavradı. “Eşyalarımı almak istiyorsanız, savaşmak zorundasınız,” dedi.

Haydut lideri, sırıttı. “Pekala, güzel kız. Madem öyle istiyorsun, öyle olsun.”

Haydutlar, kılıçlarını çektiler ve Elara’ya saldırdılar. Elara, atından indi ve kılıcını savurarak kendini savundu. Kılıcı, haydutların kılıçlarına karşı bir kalkan gibiydi.

Elara, cesurca savaşıyordu. Atalarından aldığı güç ve kılıcının keskinliği, ona yardımcı oluyordu. Ancak, haydutlar çok kalabalıktı. Elara, yavaş yavaş yorulmaya başlamıştı.

Aniden, bir haydut, Elara’nın arkasından saldırdı. Elara, hazırlıksız yakalandı ve kılıcı elinden düştü. Haydut, Elara’yı yere düşürdü ve kılıcını ona doğru kaldırdı.

Elara’nın sonu gelmişti…

“Başlangıç 1. Bölüm” üzerine bir yorum

  1. Geri izleme: Sır 1. Bölüm

Yorum yapın